Bal Ülkesi Film İzlenimleri

“Hem size hem bize, yarı sana yarı bana.”

Bal Ülkesi “Honeyland” aldığı onca ödülü fazlasıyla hak etmiş, hem belgeselin hikayesi hem çekimlerin hikayesi hem de Hatice’nin hikayesi ile pek çok farklı açıdan bizi etkileyen bir yapım olmuş.

İzlediğim andan itibaren görüntüleri aklımda ve yaşattığı hisler de içimde olarak yönetmenlerin ve Hatice’nin hikayesini merak ettim. Araştırdığımda ise daha da içine çekti beni.

Belgesel, Makedonya’nın dağlık bir bölgesinde terkedilmiş bir Türk köyünde geçiyor. Bu köyde yalnızca Hatice ve yaşlı annesi yaşıyor. Geçimlerini Hatice’nin sattığı ballarla karşılıyorlar. Bunun yanı sıra köye her yıl gelen bir aile var. Hüseyin’lerin ailesi. Kalabalıklar, bir karavanda göçebe olarak yaşıyorlar ve yanlarında büyükbaş hayvanları ile dolaşıyorlar. Hatice’nin ballarını ve ondan kazandığı parayı duyduğunda Hüseyin de kendine kovan satın alıyor ve o da arıcılık yapmaya başlıyor.

Hatice tamamen geleneksel yöntemlere arıcılık yapıyor. Arıları kayaların, taşların içinde bal yapıyor ve Hatice onların tüm balını almıyor, kış için arılara da bal bırakıyor. Ancak Hüseyin’in şehirden gelen bir müşterisi arıların tüm balı için yüklü bir ödeme yapıyor ve Hüseyin kendi arılarının tüm balını satınca arılar Hatice’nin arılarına ve ballarına saldırıyor. 

Belgeselin kurgusu öylesine ustalıkla yapılmış ki bir süre sonra oyuncular yazılmış bir senaryoyu mu oynuyorlar yoksa tüm bunlar yaşanıyor mu diye insan kendine soruyor. Merak içinde ne olacağını bekliyoruz. Belgeselin çekimleri 3 yıl sürmüş. 100 çekim gününde tamamlanmış. Bu süre içinde filmin yönetmenleri Tamara Kotevska, Ljubo Stefanov, Ljubomir Stefanov Hatice’ye annesine ilaç yardımında bulunmuşlar, başka bir yere taşınmaları için teklifte bulunmuşlar ama annesi oradan ayrılmak istememiş, ölümü bekliyormuş. Film çekimleri bittikten, ödül kazandıktan sonra film ekibi Hatice için kendi köyüne yakın ancak daha iyi yaşama koşulları olan bir başka köyde ev satın almışlar. Hatice yürüyerek arılarına bakabiliyormuş.

Hatice’nin arılarla olan ilişkisi de çocukken paraları olmadığından bal yiyemedikleri zamandan başlamış. Hatice, ben nasıl bal yapılacağını öğreneceğim demiş ve o zamandan beri arılara şarkı söyleyerek, onlarla iletişim kurarak arıcılık yapıyormuş. 

Hatice’nin röportajında bir sözü beni çok etkiledi. “Bayramda bir dilek diledim. ‘Allah’ım, bir sıkıntım oldu, biri gelse kapımı açsa da sıkıntım gitse’ dedim. Üç gün geçmedi. Ramazan Bayramı’ydı. Bir baktım, kapıyı açtılar. Şaşırdım.” filmde rol almasını bu cümlelerle anlatıyor. 

Filmin yönetmenleri de kendileri ile yapılan bir röportajda, Hatice’nin kamera karşısında nasıl davrandığına şöyle cevap veriyorlar “ Modern toplumda herhangi biri kamerayı gördüğünde davranışını değiştiriyor. Ancak Hatice gibi insanlar kameranın önünde ya da başkalarının yanında başka davranmaları gerektiği algısına sahip değiller. Bu yüzden kendisi gibi davranıyor.” 

Belgesele pek çok farklı açıdan yaklaşabiliriz. Benim için hepsi de çarpıcı ve ilgi çekici oldu.  İnsan ve doğa ilişkisi içinde,  toprak ana ile olan bağlarımız ve onu sömürdüğümüzde nasıl bir açmazın içine düşmüş olduğumuzu böylesine yalın ve etkileyici anlatılması filmin en büyük başarısı. Hatice’nin arılarla kurduğu ilişki, doğanın içindeki o yalnız ve bütünleşmiş hali. Davranışlarındaki sevgi ve sadelik çok etkileyici. Bu bölümleri izlerken kendimizi bir uyumun içinde görüyoruz. Arıların Hatice’ye zarar vermeyeceğini ve her zaman yiyecek yemek bulacağını ta içimizde biliyoruz, doğanın bereketli yanını görüyoruz. 

Diğer yandan Hüseyin’lerin arılarla olan mücadelesi, oradaki kaos, sömürü ve tüketim hali bizi kötü hissettiriyor. Şehirden gelen ve ballara talip olan adamın ısrarcılığı, oradaki yaşamın umrunda olmaması, Hüseyin’in çevresindeki yaşama gözlerinin kör olması, karısı ve çocuklarını birer iş gücü olarak görmesi ve tek eylemlerinin sürekli bir çalışma ve tüketme odaklı ilerlemesi içimizde bir isyan dalgası yayıyor. Hepimizin, çok uzun yıllardır içinde bulunduğu bir yaşam mücadelesi piyesi gibi. Para kazanmak, çocuklara bakmak, geçinmeye çalışmak. Bunları yaparken doğayı, hayvanları ve insanları görmemek ve onları yalnızca kullanmak, bir iş gücü olarak. Tüketme hali bir hastalık gibi yayılıyor ve ruhlarımızda derin yaralar açıyor. Birbiri peşi sıra yapılan hataların ekosistemi nasıl yok ettiğini kısa bir zaman diliminde bile ne gibi kayıplara yol açtığını açıkça görüyoruz. 

 

İnsan doğa ilişkisinin yanı sıra Hatice’nin hayat hikayesi de seyirciyi etkiliyor. Terkedilmiş bir köyde, elektrik ve suyun olmadığı, derme çatma bir evde hasta ve yaşlı bir anneye yaşaması ve tüm bu yaşam içinde kendi ayakları üzerinde durması,  yaşama katılmasını izlemek saygı ve hayranlık uyandırıyor.  Hatice, başına gelen her türlü olaydan sonra hayatına devam ediyor, onunki pasif bir kabulleniş değil. Hayatın içine aktif olarak bir katılma hali. Arılarına zarar veren komşularını mahkemeye veriyor, ballarını satmak için pazara gidiyor, Hıdırellez şenliklerine katılıyor.  Yaşamın ona sunduklarını kabul ediyor, yönetmenlerle yapılan bir röportajda “Hatice hikayesini anlatmak istedi bu yüzden onunla böylesine kolay çalıştık.” diyorlar. Hatice dua etmiş, yardım dilemiş. Kapısını çalan yönetmenleri kabul etmeseydi, hikayesini paylaşma cesareti göstermeseydi tüm bunlar yaşanmayacaktı. Dualarımızın nasıl kabul olacağını bilemeyiz. 

Bal Ülkesi’ni izlemek çok güzel bir tat bıraktı bende. Hayat gibi. Pek çok çatışma, ölüm, zorluk içinde doğanın kendi düzenini yeniden ve yeniden kurmasının güvenini hissettirdi. Hatice gibi insanları, böyle bir yaşamın geçmiş yıllarda kalmadığını hatırlattı yeniden. Doğa ile, kendin ile uyumlu olmak, hayatın koşullarında pes etmeden devam etmek, her ne yapıyorsan onu yapmaya devam etmek filmden geriye kalan güzel ve çok önemli izlenimler oldu benim için.

Hayat devam ediyor, bahar geliyor, toprak ana bağrından yine çiçekleri yükseltiyor gökyüzüne. Yuvamıza yaklaşımımız, onun sahibi olduğumuz yanılsamamız, paylaşmaktan çok uzak yalnızca bencilce tüketme ihtiyacımız doğanın değil de insanlığın sonu olabilir yalnızca. Bir tohum yıllarca toprak altında kalıp bir bahar açmaya niyetlenebilir. Bunun oluşunu hayranlık, saygı ve sevgiyle izleyenler olacaktır. O tohumu koparmaya çalışanlar da olabileceği gibi. Ancak her ne olursa olsun hiç birimize aldırmadan çiçekler açmaya devam ediyor.

Yakın zamanda kendimize gelmek, kameralar karşısında kendimiz olmak dileği ile…

Bal Ülkesini izlemenizi sevgiyle öneriyorum, eğer Balkanlardan göçmüşseniz ailenizle birikte izlemek de ayrıca keyifli olacaktır. 

1 Yorum

Cevap Yaz

E-Posta adresiniz paylaşılmayacak.