Hepiniz eminim bu sözü bilirsiniz: Güzelliğini kıskandığı üvey kızını ölüme gönderen ve onun yüreğini yemek isteyen merhametsiz kraliçe, güzel olduğuna bir türlü yeterince inanamayarak aynadan teyit bekler. Bu masalın çok ince bir noktası var ki, aynanın görevi sadece bizde olanı yansıtmaktır. Cevaplar kraliçenin benliğinin en derinlerinden gelir aslında. Kraliçe o kadar inanamaz ki güzel bir kadın olduğuna, her gün bıkmadan usanmadan aynaya sorar.
Pamuk Prenses’in ise güzelliğinin farkında bir umarsızlığı vardır. Aynaya ve dahi hiç kimseye güzel olup olmadığını sormaz. Çünkü güzel olmadığına dair bir inancı yoktur. Kraliçe ise onun kalbini ister avcıdan. Kalp ise kadim kültürlerde cesareti, inancı, ruhun özünü simgeler. Kraliçenin istediği salt Pamuk Prensesin ölmesi değildir; onun kalbini, cesaretini, inancını alabilmektir.
Aynalara her gün en az bir kere bakarız, bazen bir kusuru ararken bazen arkadan araç gelip gelmediğini anlamak için. Ama ne zaman durup bir kere kendimize ve bize dokunarak geçmiş günlerin yüzümüzdeki, bakışlarımızdaki, ruhumuzdaki izlerini seyretmeye yönelik bakarız aynaya? Bakarken hep bir acelemiz vardır, belki de görmekten kaçtıklarımızı bize söyleyecek diye ürküntü ile bakar ve uzaklaşırız.
Geçen sene izlediğim modern şehir kadınları temalı bir Lübnan filminde aynaya seslenen bir şarkı vardı. Sözleri şöyleydi:
Aynam aynam
Sana hikayemi anlatacağım
Söylesene bana, kimimi ben?
Sen bensin, ben de sen.
Ne kadar büyürsen büyü
Ne kadar değişirsen değiş
Benim gözümde hala altı yaşındasın
Aynam
Sana hikayemi anlatacağım
Bana onlardan daha zarif olduğumu söyle
Ve daha cilveli olduğumu söyle
Bak bana ve gördüklerini söyle
Aynam
Sana hikayemi anlatacağım
Neden saçlarım sarı değil
Kalçalarım küçük değil
Ve dudaklarım dolgun değil
Aynam
Sana hikayemi anlatacağım
Söyle bana
Nasıl küçültürüm onu
Ve nasıl güzelleşebilirim
Makyajla ve güzel kıyafetlerle
Aynam
Söyle bana kimim ben
Sen bensin, ben de sen
Ne kadar büyürsen büyü
Ne kadar değişirsen değiş
Gözümde hala altı yaşındasın
Aynam
Bu şarkı ve filmdeki bir karakter beni kadın bedeninin üzerinde toplumun kurduğu tahakkümü düşünmeye itti. Aynayı seyreden bir kadın var şarkıda (Neden erkek olduğunu düşünmedin diyenler için Arapça’da kadın ve erkek için kullanılan zamirler farklıdır.) ve bu kadın bir türlü kendini sevemiyor. Kalçalarını, dudaklarını, saçlarını sorguluyor, aynanın cevabı ise net: Sen bensin, ben de sen. Kadın aynaya hikayesini anlatıyor, anlatılanlar ise bir kadının değil, kadınların hikayesi. Aynaya söyle bana diyor kadın, bana başkaları nasıl olmam gerektiğini söylüyorsa öyle olduğumu söyle.
Bu şarkının şokundan sonra öğrendiğim ilginç bilgiler de üzerine tuz biber oldu. Yakın zamanda doğum yapmış bir arkadaşıma, doğumdan sonra yapılan operasyon sebebi ile vajinasına dikiş atılmıştı, bilmeyenler için açıklamak gerekirse doğumda bebeğin çıkışı zor oluyorsa vajinaya saat 7 yönünde bir makas atılır. Yaşadığı bu operasyonun kendisinin hissini engelleyip cinsel hayatını etkileyip etkilemeyeceğini merak etmiş ve doktoruna sormuştu. Doktorun cevabı ise “Merak etmeyin eskisine göre daha dar olacak şekilde diktim, eşiniz için daha iyi olacak.” şeklinde olmuş. Neresinden tutsan elinde kalan bir cevap daha, ama bazen bu cevapları yeni sorular sordurduğu için de sevmiyor değilim. Kör kesiklerimize tuz basıyor ne de olsa.
Öncelikle hasta hakları açısından etik değildi, çünkü kişinin bedenine onun rızası olmaksızın yapılan bir müdahale söz konusu. Kişinin bedeni tamamen ona aittir. Rıza olmaksızın müdahale edilemez ve hatta kişinin tedaviyi reddetme hakkı bile vardır. Fakat doktorun burada düşündüğü ise erkeğin nasıl daha memnun olacağıymış. Bunun yanında kadın bedeninin metalaşması da söz konusu. Yani kadının cinselliği dahi salt erkeğin hazzı üzerinden şekilleniyor.
Estetik cerrahlar, diyetisyenler vs. genelde “kadınlara hitap eden” meslekler olarak adlandırılır ve “müşteri” kitlesinin onlar olduğunu söyler. Şikayetler anladığım kadarıyla sağlığın ötesinde şeyler ki müşteri olarak adlandırılıyorlar. Peki tüm erkekler Elf hanımı Galadriel soyundan mı geliyor da estetik bir dokunuşa pek ihtiyaç duymuyor? Hiç sanmıyorum. Büyüklerimiz genelde kadına neyin yakışıp neyin yakışmadığı üzerinde durur, erkeğe yakıştırılmayan tek şey ise herhangi bir kadınsı özelliktir.
Ne korkunç bir şey değil mi kendimizi biz sevmek isterken toplumun, bizim bu halde sevilmeyeceğimizi durup dinlenmeden söylemesi. Fakat çaresi yok mu? Var: Dayanışmak ve en başta birbirimizi yaralamamak. En yakın çemberimizden başlamak, bize kendisi tarafından sorulmadığı sürece birinin görüntüsüne ait yorum yapmamak. Konuşmak, anlatmak, birbirimize destek olmak ve en başta kendimizi sevmek… En zor şeydir kendini, başkasıyla kıyaslamadan sevmek. Fakat başarınca da dünyadaki her şey daha güzel gözüküyor. Çünkü çok sevdiğim Ayşe Nilgün Arıt Hocam demişti ki, kendinizi bir kadeh gibi düşünün. Sizin içiniz neyle dolu olursa, sizden dışarıya o taşar.