Ağaçlar Ayakta Ölür - Sabancı Uluslararası Adana Tiyatro Festivali

24 Mayıs 2021 - Ağaçlar Ayakta Ölür - Tiyatro Kare

Bu oyun, Alejandro Casona tarafından 1949 yılında yazılmış, yazıldığı dönemde büyük ses getirmiş. Casona, hem bir şair hem de oyun yazarı imiş. Ağaçlar Ayakta Ölür isminin şiirselliğinin de bundan kaynaklandığını düşündürdü bana.

Oyun dilimize hangi yıl çevrilmiş bulamadım ancak 1964’de Yıldız Kenter ve Hulusi Kentmen’in oynadığı ve Memduh Ün’ün yönettiği film versiyonu sırasında çevrildiğini tahmin ediyorum.

Adana Tiyatro Festivalinde izlediğim versiyonu Tiyatro Kare tarafından sahneye konmuş ve Nedim Saban yönetmiş oyunu. Nevra Serezli ve Nuri Gökaşan başrollerini üstleniyor.

Oyunu araştırırken metne de ulaştım. Oyunun metni, 1964 yılındaki film uyarlaması ve dün izlediğim oyun arasında karakterler açısından bazı farklar var. Olayın büyük bir kısmı aynı olsa da oyun içinde torunu oynayan kişinin kimliği değişiklikler gösteriyor. Tiyatro Kare’nin oyununda bir İyilik Derneği’nin başkanı dileği olan her çocuğa yardım ediyor. Bir nevi Noel Baba gibi dilekleri toplayıp insanlara iyilik ediyor. Oyunun açılış sahnesinde, intihardan kurtardığı bir kadının derneğe geldiğini görüyoruz. Oyun metninde ve film versiyonunda ise kadını kurtaran yaşlı adam yani büyük baba. Bu noktada oyundan kısaca bahsetmem gerekebilir.

Oğlunu ve gelinini uçak kazasında kaybeden çiftten geriye bir tek torunları kalmıştır. Büyük anne ve büyük baba bu çocuğa bakmaktadırlar, bir gün çocuk evin içinde hırsızlık yapmıştır (izlediğim oyunda daha gençken bunu yapar ve uyuşturucu kullanmaktadır) Bu olayı gören büyük baba çocuğu evden kovar ve o zamandan sonra büyük anne rahatsızlanır, üzüntü onun kalbini yaralar. Yıllar sonra büyük baba, eşini mutlu etmek için torun ağzından mektuplar yazıp büyük anneye gönderir ve bir gün gerçek bir telgraf gelir ve delikanlı artık geri dönecektir. Ancak gelmeyi planladığı uçak kaza yapar ve büyük baba onun öldüğünü düşünür (oyunda delikanlı ülkeye girişte yakalanmış ve hapse atılmıştır). Bu gerçeği eşinden saklayan adam torunu ve gelininin yerine geçecek kişileri bulur. Bunlardan biri intihardan kurtardığı kadındır diğeri de insanlara iyilik etmeyi ve değişik talepleri karşılamayı seven bir adamdır. Bu oyun bir süre devam eder ve bir gün gerçek torun geri döner. Sadece para için geri dönmüştür. Büyük anne ile karşılaşırlar, tüm gerçekler açığa çıkar ancak büyük anne, sahte torunu gerçeğine yeğler ve oyun son bulur.

“Ağaçlar Ayakta Ölür” çok şiirsel bir ifade, oyunun tamamında bize ıhlamur ağacı anlatılıyor. Büyük konağın bahçesinde yeşeren ve torunun çocukluğu o ağacın dalları arasında geçiyor. Onun kokusu tüm evi kaplıyor. Bir sahnede sahte torun ve karısı birbirlerine gerçekten aşık olduklarını anlıyorlar ve bu sırada aralarında ilginç bir dialog geçiyor.

Kadın: Senin görüşüne göre sanat hayattan üstün oluyor.

Adam: Her zaman. Şu bahçedeki ıhlamura bak bir kere. Bugün bir değeri var. Çiçek açıyor, gölge veriyor. Ama yarın? Öldüğü zaman? Ağaçlar sessiz ve ayakta ölürler, artık hiç kimse düşünmez onları. Ama büyük bir ressamın bir tabloya çizdiği ağaçlar ölümsüzlüğe kavuşur.

Oyunun sonunda da bu anlayışı görüyoruz. Oyun, gerçeğe galip geliyor. Yalanlar, hakikatlere tercih ediliyor. Sahte torun, gerçek toruna yeğleniyor. Gerçek torun, uyuşturucu batağında, kendinden başka kimseyi düşünmeyen ve iki ihtiyarın evini ellerinden almaya çalışan biri olarak görünüyor bize. Halbuki, daha önceki sahnelerde büyük anne bir konuşmasında hayatta her şeyin içi içe olduğu söylemişti ve anılar sadece iyi olmaz kötü anıları da sahiplenmek gerekir demişti. Ancak oyunun sonuna baktığımızda bu kadar özlenen ve hasreti çekilen torunun kendi hayatı içindeki değil büyük babanın ona biçtiği rolü oynayan torun olduğunu görüyoruz. Gerçeği değil de hayali özlenen biri. Oyunun sonunda büyük anne de tıpkı bir ağaç gibi ayakta ölüyor. Yaşıyor ama içindeki torun sevgisi, hasreti ölüyor. Onu reddederek, beklediği bunca yılın özlemini bir kalemde silip atıyor.

Bu durumda üzerine düşünmek de seyirciye kalıyor. Kendi kurduğumuz oyun içinde acı gerçekleri yadsıyarak yaşayıp mutlu olmak mı? Ayakta ölmeyi göze alıp gerçekleri görmek ve tohumlarımızdan yeniden doğmak mı? Ayrıca sanat hayattan üstün mü gerçekten. Bir ağacın geçici olması onun güzelliğinden ne eksiltir? Ya da bir sanat eseri ile hayatı birebir bir kıyasa sokabilir miyiz?

 

 

Gelelim dün akşamki oyuna, pandemi döneminin ilk oyununu izlemek bende çok büyük bir heyecan uyandırdı. Bu festivalin yapılacağını duyduğumda içimde derin bir hasret belirdi ve Adana’ya gelmek için çok büyük bir heyecan duydum. Oyun açık hava tiyatrosunda oynandı. Biletler birer sıra ara verilecek şekilde planlanmış, İçeri girişlerde HES kodu kontrolü yapılıyordu. Oyun bitene kadar kimse maskelerini çıkarmadı. Bir buçuk yıl aradan sonra oyun izlemek yeniden tiyatroda olmak bana çok iyi geldi. Finalde alkışlarla, çalan şarkı ile o kadar duygulandım ki ağlamaya başladım. Bizi biz yapan en önemli şeylerden biri sanat- tıpkı oyunda dediği gibi. Ancak bence bir farkla; sanatı ve hayatı beraber her iki gerçeği de birlikte yaşadığımızda o zaman tamamlanıyoruz.

Nevra Serezli, bu oyunla festivalde Yaşam Boyu Başarı Ödülünü aldı. Sahnedeki enerjisi ile beni çok etkiledi. Sahnenin kabul ettiği sevdiği insanları izlemek gerçekten büyük bir keyif.

Bir hafta boyunca 4 oyun izleyeceğim. Oyunlar yarı kapasiteli oynandığından iki gün üst üste oynanıyor. 21 Haziran’da sona erecek. İzlediğim diğer oyunlar ile ilgili izlenimlerimi de sizlerle paylaşacağım. Dilerim ki bu bir açılış olur da dört bir yanda yeniden oyunlarla buluşuruz, festivallerle gönüllerimizin pası silinir.

Henüz Yorum Yapılmamış

Cevap Yaz

E-Posta adresiniz paylaşılmayacak.