Ruhun Hizmetinde Olan İnsan
“Ben iyileşirsem, sen iyileşirsin; sen iyileşince, ben iyileşirim, biz iyileşince, her şey iyileşir” - Maya Şaman Şifası, Ayşe Nilgün Arıt
İnsanlıkta ortak ruh hastalıklarını, ortak dertleri görmek çok yaygın. Sadece bu da değil, biraz yüreğini açan kişi derin bir bağlantı hali hissediyor.
Carl Gustav Jung, çok güzel ifade etmiş her birimizin yüreğinden geçenleri;
“Geçmişe bakıp fantezilerle uğraştığım dönemde başımdan geçenleri gözden geçirdiğimde, bana o zamanlar çok güçlü bir mesaj gelmiş gibi geliyor. İmgelerde benimle birlikte başkalarını da ilgilendiren şeyler vardı. Bu nedenle yalnızca kendime ait olmaktan vazgeçtim. Buna hakkım olmadığına karar vermiştim ve o andan başlayarak yaşamım herkese ait olmaya başladı.
İlgilendiğim ve aradığım bilgiler o dönemin biliminde yer almıyordu. İlk deneyimlerden ben geçmek zorunda kaldım, üstelik deneyimlerimin sonuçlarının gerçeklik toprağına iyice kök salması gerekiyordu. Bu olmasa, çabam yaşama geçirilemeyen öznel bir varsayım olarak kalırdı. Bunun sonucunda, kendimi ruhun hizmetine adadım…
O karmaşadan beni çıkartabilecek tek yol bilimimdi. O olmasaydı, edindiğim malzeme beni bataklık çiçekleri gibi hapseden ve o dev sarmaşıklar beni boğardı. Her bir imgeyi ve ruhsal dağarcığımda olan her şeyi tek tek anlamaya ve onları olabildiğince bilimsel sınıflara ayırmaya özen gösterdim.” Carl Gustav Jung 2001: 204
Eski öğretiler ve bilimin buluştuğu nokta ise tüm bu hakikatlerin kök salacağı nokta. Ancak o zaman insan ruhu “bütün” olabiliyor. Keza eski sırlar, bir zamanların bilimiydi…. Ve o bilim yeniden hatırlanıyor. İnsanlık kendi bilincini parçaladı ve böldü; felsefe, bilim, inanç, din, sanat, doğa, edebiyat ve nice dallara ayırdı. Bir zamanlar hepsi birdi. İnsan ruhunda birbirlerinden ayrı dallar değillerdi. Aralarında keskin sınırlar yoktu ve hepsi birlikte büyük resmi gösterecek yapbozun parçalarıydı. Herhangi bir alanın eksik kaldığı bir nokta, başka bir alan tarafından tamamlanabilir. Şimdinin bilimi ve ortaya çıkan eskilerin bilgisi ile insanlık yine benliğini “bütün” yapma yolunda, parçaladığı tüm alanları birleştiriyor, son birkaç bin yılın arayışı aslında budur. Öyleyse yüreğimize bakmalıyız, hangi alanları kendimize hak görmüyoruz ve hangileri hakkında okumalar yapmaya kendimizi muktedir hissetmiyoruz?
Daha da önemlisi ise bütün olma yolcuğundayken her şeyin bütün olduğunun idrakine de varma noktasıdır. Her birimiz bu büyük Dünya’nın bir parçasıyız. Tüm ağaçların birbiriyle aynı ormanda bağlantıda olduğu artık biliniyor, aralarındaki muazzam iletişim, ormandaki en yaşlı ağacın diğer ağaçlara sunduğu destek ve bilgi artık keşfedildi… Bitkiler birbirleriyle hem kokularla hem fotonlarla iletişim kuruyor, bilim bunu fark etti.
Tüm öğretiler her birimizin birbirimize bağlı olduğunu aynı özde buluştuğunu söyler… Kollektif bir yuvanın aile bireyleriz. Aborjinlerin dediği gibi bu gerçeklik hepimizin “ortak düşü”. Birbirimize bağlıyız ve acılarımız, sevinçlerimiz, aşklarımız ortak. Aynı anneden doğduk ve aynı annenin rahmine doğru gömülüyoruz. Her birimiz hem kendimimiz hem de kendimizin ötesindeyiz…
Haliyle bireyin tüm yaşantıları, kendinden öte bir gerçeklik de taşıyor.
Bir balinanın karnındaki plastik rüyalarımızı bölen o iç sıkıntısı olabiliyor… Bir orangutanın vahşice avlanması o günkü sıkıntımızın sebebi, hissettiğimiz derin yürek acısı bir annenin feryadının yankısı olabilir. Deniz kaplumbağaların neredeyse %100’ünde, Balinaların neredeyse %69’unda plastik var… Bir anda canımızın sıkılması bir bölgede yaşanan bir katliamın yankısı olabilir.
Greta Thurnberg, okulu kırıp, iklim değişikliği için tek başına eylem yapan güçlü bir ruh. #Fridaysforfuture direnişini başlatan kişi… Asperger sendromu teşhisi konmuş. Yeme bozukluğu başlamış ve yalan söyleyemediğini fark etmiş. 11 yaşında, iklimsel sorunu ve doğanın katlimini görüp depresyona girmiş. Bilimin, onda gördüğü tüm hastalıklar, onun naif ruhunun emarelerinden başka bir şey değil. Halbuki ne depresyonu var ne de asperger sendromu; sadece ailenin acısını, yuvadaki yangını hisseden hassas bir ruh. Ve yalnız değil… Nice çocuk bu semptomlarla aslında açtığımız büyük yaranın farkında olarak doğuyor. Peki biz ne yapıyoruz? Tabletler, telefonlar ve parlak ekranlarla onları uyutuyoruz.
Son dönemde anksiyete artışı, depresyonun yaygınlaşması rastlantı mı? Asperger sendromu, hiperaktivite vs gibi nice isimlerle etiketlenen çocuklar ve bireyler “şahsi” bir hastalık mı yaşıyor? Yoksa Toprak ananının çığlığını, Dünya’da yükselen feryatları duyuyor ve bir şey yapamadıları için mi darılıyor ruhları. Bozuk olan asperger sendromlu, asosyal, hiperaktif ya da agresif çocuklar değil. Bozuk olan gencecik yaşta hayata dayanamayıp intihar eden, daha hayatının baharında derin depresyona giren, kendi içsel sıkıntısı içinde boğulan gençler değil. Bozuk olan insanın, toplumun, uygarlığın davranışı.
Tüm bu uyarılar, tüm bu iç sıkıntıları bir çağrı; değişim için. Sadece kendimiz için değil bu yuva için savaşmanın, eyleme geçmenin veya en azından bu ailenin farkına varmanın çağrısı.
O yüzden Jung’un dediği gibi, her birimiz ruhun hizmetindeyiz. Eğer ki canımız durduk yere yanıyorsa, bir durup hissetmeliyiz, kimin feryadı bu. Plastik kusan balinaların mı, hızla kimyasallardan ölen balıkların mı, gizlice katledilen kabilelerin mi, annelerin, çocukların, babaların mı, sömürülen insanların feryatları mı… Yoksa vahşice avlanılan hayvanların mı sesi… Kimin sesini işitiyoruz kimlerin duaları yüreğimize dokunuyor…
O bütün için, ruha hizmet için yazmalı, onun için neşelenmeli, onun için şarkı söylemeli, doğa için dans etmeli, yuvamız için plastik kullanmamalı ve azaltmalı, yuva için masal anlatmalı, kitap okuyup paylaşmalı, mesleğimizi şifa niyetiyle yapmalıyız; yüreğimizde çoşkuya sebep olan şey ne ise bu yuva için o şeyi yapmalı ve bu güzel yuva için onu paylaşmalıyız. Yaşamımız hem kendimize hem de Jung’un dediği gibi herkese ait. Haliyle ben kendim için ne yapıyorum diye de sormalıyız. Bana ilham olan, yüreğime dolan o şey, yuvaya hizmeti olan şeydir. O an şarkı söylemek istiyorsam, o ağaçların ihtiyacı vardır. Bir su kenarında gezerken dans etme ihtiyacı ruhuma dolduysa, o suların o dansın neşesine ihtiyacı vardır. Yazma arzusu yüreğimden dolup taşıyorsa, yuvanın yazılarıma ihtiyacı vardır. Neşem içimden yükseliyorsa, o neşemi yuvayla paylaşmam gerekiyordur. Kimsesiz çocuklar aklıma düştüyse içlerinden birinin veya birkaçının bana ihtiyacı vardır, yaşlılar yüreğimdeyse huzur evinde beni çağrın biri vardır. Ne yapıyorsam, yüreğimden gelerek, o şeye bu yuvanın ihtiyacı vardır. Sadece kendim için yaşamıyorum…
Şamanik öğretinin ilk temellerini böyle anlatır Ayşe Nilgün Arıt hocamız… “Burası hepimizin yuvası der” ve ekler, “sevgi yollayın bu aileye, çok ihtiyacı var sevgimize annenin, bu yuvanın. Bir bitkiye, aklınıza gelen ağaca, okyanuslara, nehirlere, gökyüzüne, Güneş’e samimiyetle sevgi yollayın… ve Bu yuva için eyleme geçin.”
Samimi sevgide buluşacağız… Ve değişimi bireyin kendi yüreğindeki sesleri işitip bu aileyi hatırlamasıyla başlatacağız. Derin buhranlar, doğanın çığlığıdır. İnsanın sadece bir birey değil, büyük yuvanın bir parçası, bütünle derin bağlantıda olan bir ruh olduğunu hatırlama zamanı… Yürekten dileğim hepimizin bunu hatırlamasıdır.