Biliyorum oraya girmemem gerek. Sarayın tüm odalarını dolaştım, hepsinde binbir çeşit güzellik. Kokular, renkler, kumaşlar, mücevherler. Biliyorum o küçük anahtarın olduğu kapıyı açmamam gerek.
Biliyorum, o küçük anahtarın olduğu o küçük kapıyı açıp 41. odaya gireceğim.
Bana anlattığı hikayeler, söylediği şarkılar, güven veren sesi. Ama neden o odaya girmeme izin vermedi? Dolaşıyorum sarayı, onun istediği onun izin verdiği şekilde. Beni seviyor, öyle diyor. Tüm hazinelerini verdi bana. Peki o 41. oda?
Sakallarına bakıyorum, bazen mavi bazen değil. Bana güveniyor, ona söz verdim. Belki de hiç merak etmemeliydim o küçük odayı. Ne saklayabilir ki içinde o küçücük 41. oda?
İşte şimdi hava karardı, önümü göremiyorum iniyorum mahzene. Bulacağım o odayı. Kalbim hızla çarpıyor. Ne olabilir ki? Benden sakladığı ne olabilir ki?
Küçücük anahtarla açıyorum kapıyı önce koku geliyor, aslında baştan beri biliyordum. Sezmiştim ben bu küçük odayı ve biliyordum en başından, gireceğim ben bu odaya, öleceğim.
Cesetleri görüyorum, kesilmiş başları, fırlatılmış kemikleri. Benden öncekileri. Kaçıyorum ama biliyorum artık saklanamam. Girdim bir kere 41. odaya.
Hemen geliyor, yanı başımda nefesi. Gözleri dönmüş öfkeden. Neden diyor? Sana güvenmiştim. Onca güzellik yetmedi mi?
Yetmedi diyorum onca güzellik katil olduğunu saklamak için. Saçımdan tutuyor, sürüklüyor beni ama ben ondan daha güçlüyüm. Sakalını kesiyorum, görünüyor yüzü, korkusu, öfkesi, güçsüzlüğü. Bir kere düşünce maskesi son darbeyi indiriyorum. Biliyorum diyorum, katilsin sen. Bunca kadını katlettin. Gördüm 41. odanı. Gerçek yüzün meydana çıktı.
Öldürüyorum Mavi Sakal’ı, iniyorum mahzene, diriltiyorum öldürülen her kadını. Yeniden güzellikle doluyor her yer. Benim oluyor şato. Tüm yara izleriyle…
41. odaya girmeye cesaret edenler için…