Yalnızlık, aşk, ayrılık, acı, yas, seçimler, hayattaki kesişmeler…. Hepsini içine alan, tek bir başlıkta incelenemeyecek, Inarritu’nun çığır açan, zirve filmlerinden biri olarak geçen “AmoresPerros” aslında içerdiği konuyu ismiyle özetliyor. Inarritu, kelime oyunlarıyla, bu filme bizi davet ediyor. Bu ismi “Amores Perros yani “köpek sevgisi” “Amor Es Perros” yani “Aşk köpekliktir” veya “Amor Esperros” yani “aşk umuttur” diye çevirmek mümkün. Her çevirisi, bize filmin farklı konularını veriyor….
Ayşe Nilgün Arıt hocam Amores Perros’tan bahsettiğinde, mutlaka bu filmi izlemeliyim demiştim. Bu film ile ilgili şunları yazmıştı bizlere;
“Seçenekler, bırakılıp bırakılmayacaklar, kaçılacak ve kaçınılamayacaklar…. Bu muhteşem filmin sonunda yönetmen, yani Iñárritu’nun YAS ile ilgili müthiş bir cümlesi vardır, (ithafının sonunda) : “Luciano, sana adadım bu filmi, çünkü biz aslında tam da kaybettiklerimiziz”… “A Luciano, porque también somos lo que hemos perdido” Luciano Mateo, Iñárritu’nun doğumundan az sonra kaybettiği oğlunun adıdır.”
Bu satırlar yüreğime çok dokundu ve düşündürttü… Yas, kaybettiklerimiz ve umut. Hayatımı anlatırken sahip olduklarım kadar, bıraktıklarım üzerinden de tanımladığımı fark ettim; yaslarımla, acılarımla ve tercihlerimle…
Kendimizi sadece sahip olduklarımızla değil, aynı zamanda kaybettiklerimiz, bıraktıklarımız ve onların açtığı yollar üzerinden de tanımlıyoruz, bizi biz yapan aynı zamanda yasını tuttuklarımız… Bu açıdan film çok etkileyici 3 hikaye sunuyor.
İsimlere geçmeden önce 2000li yıllara damgasını vuran “kesişen hayatlar” tekniğini başlatan kişi olarak da Inarritu anıldığını da belirtmek isterim. İlk kaza sahnesi bize dönüm noktalarını veriyor. Kavşak, hayattaki seçimleri, kesişimleri, kaderin gideceği yönü temsil eder. 3 farklı hayat ama aynı acılara sahip olan kişi tam olarak kavşaktaki kazada kesişiyor. Octavia’nın arabası, Valeria’nın arabasına çarpıyor ve tam o sırada El Chivo kazaya şahit oluyor.
Sonra film boyunca hikayeler anlatılırken ara ara kesişen hayatları görüyoruz. O kazadan sonra ise 3 kişi de hayatıyla ilgili kritik “seçim” anlarına geliyorlar.
Amores Perros: Köpekler ve İnsanlar
“Paramparça Aşklar ve Köpekler” ismiyle çevrilen filmi 3 şekilde ele alabilmek mümkün. Eğer ki “Amores Perros” olarak alınırsa “köpek sevgisi” demektir. Keza filmde 3 hikayede de yoğun bir köpek sevgisi ve köpek metaforu üzerinden hayatlar anlatılmaktadır.
Köpekler filmde ön planda. Inarritu aslında köpeklerin yaşamıyla insan yaşamının çok da farklı olmadığını gözler önüne karakterler üzerinden seriyor. 3 karakterin çevresindeki köpekler, karakterlerin hayatlarıyla paralel…
İlk hikayede Octavia’nın bir kenar mahalledeki hayatını görüyoruz. Abisinin eşi olan Susana’ya olan sevgisi anlatılmış. İkinci hikayede manken olan Valeria ve hayatını, üçüncü filmde ise El Chivo’nun sokak adamı hikayesini izliyoruz.
Köpek Sembolizmi
Köpek ile insan hayatlarının aynılığı aslında temel duygular üzerinden temellendirilmiş filmde. Sadakat, yoldaşlık, zorda kalındığında saldırganlık, e insanı yıkıma da umuda da götürebilecek içgüdüleri temsil ettiğini görüyoruz.
İnsanlığın başından beri insana yoldaşlık yapan köpeklerle özdeşleşmiş olması çok manidar. Köpeklerin yaşamı ile bizlerin yaşamı hiç de birbirinden farklı değil. Sokakta yaşayan köpekler gibi sokakta yaşayanlarımız ; lüks içinde yaşayan köpekler gibi lüks içinde yaşayanlarımız; sevgiden mahrum bırakılanlar gibi sevgiden mahrum bırakılanlarımız, sadık olmasına rağmen aldılatanlar gibi terk edilenlerimiz var…. Köpeklerle, bizlerin yaşadığımız acılar, kayıplar, kaderler çok benzer. Bu açıdan bir tür ayna tutuyor hayatımıza. Çünkü onların yaşamı, insan yaşamına bir ayna.
Köpeklerin aynı zamanda avcı oluşu, keskin koku duyguları, hayatta kalışın da sembolü. Bu açıdan da karakterlerin bir şekilde hayata tutunuşlarına şahit oluyoruz. Ayşe Nilgün Arıt hocamız “Nagual sembolizmi” kitabında şöyle anlatır bu durumu;
“Halk arasında köpeğin sahibinin özelliklerini yansıttığı şeklinde bir ifade kullanılır; sahiplerini sürekli gözlemleyerek, adımlarını önceden tahmin edip ayak uydurarak adeta sahiplerine ayna tutar gibidirler. Dolayısıyla, öğrenmek isteyenler için köpekler çok iyi hocalardır.”
Octavia Ve Köpeği
Octavia, filmde kenar mahallede, zorba abisi ve ilgisiz annesi ile yaşıyor ve hayatta kalma mücadelesi veren bir delikanlı. Octavia önce abisinin köpeğini sahipleniyor ve sonrasında da abisinin eşiyle bir ilişki yaşamaya çalışıyor. Ve köpeğini köpek dövüşlerinde kullanırken aslında kendisi de abisiyle ve mahalledeki fakirlik ve zorbalıkla savaş içinde. Aslında Octavia’nın köpeği doğası itibariyle film boyunca sakin bir köpek olarak karşımıza çıkıyor. Ta ki köpek dövüşçüleri zorbalık yaparak köpeği öldürmeye çalıştıklarında filmin akışı değişiyor ve biz köpek öldü diye beklerken Octavia’nın köpeğinin öldürdüğünü görüyoruz; Zor koşullar köpeği bir katile dönüştürüyor. Aynı şekilde Octavia’yı da… Haliyle en son cinayet işleyecek duruma geliyor.
Aslında burada Habil ile Kabil mücadelesini görüyoruz. Keza bir kardeşin diğerini öldürme arzusu üçüncü hikayede de işleniyor ve oradaki El Chivo karakteri net bir şekilde “Habil ve Kabil” olduklarını da söylüyor. Yani Inarritu bize bu metaforu kendisi filmde veriyor. Peki bu iki kardeşin temel mücadelesi neydi? Baba arketipinde olan Tanrı’nın gözüne girmek….
Habil ile Kabil’in hikayesinde, Habil kuzularını adak verirken, Kabil tahıllarını ve meyvelerini adak olarak sunuyor. Habil’in adağı kabul edilirken, Tanrı tarafından Kabil’in adağı kabul edilmiyor. Böylelikle Kabil, kıskançlıkla kardeşini öldürüyor.
Burada gözüne girilmek istenen Tanrı değil elbette ama verilen savaşta elde dilmek istenen GÜÇ olarak karşımıza çıkıyor.
Octavia’nın mücadelesi, zengin olma mücadelesi değil. Keza film boyunca parayı ailesi ve sevdiği kadını ikna etmek için kullanıyor. Onun mücadelesi var olma ve bir güç mücadelesi…. Babasız bir yaşamın getirisi olarak abisinin mutlak otorite olduğunu yani bir zorba baba formunda olduğunu görüyoruz. Haliyle abisinin köpeği üzerinden güç elde ederken, abisinin eşi üzerinden de hayat kurma hayalleri taşıyor. Ona ait hiçbir şey yok… Bu noktada Inarritu bizi sorgulattırıyor… Bunun en metaforik verildiği sahnelerden biri iyice güç sahibi olduğu ve Susana ile ilişkiye girdiği bir anda, Susana’ya değil çatlak bir aynada kendi gözlerine baktığı sahnedir.
Oradaki bakışta “başardım” gözlerinden okunurken, olayın ne Susana ne de para olduğunu, tüm güçlü erkekleri yıkarak, güç olduğunu anlıyoruz. Aynanın çatlak olması ise aslında kendi yarattığı hayatın bir yanılsama olduğunu gösterirken aynı yerde. “Peki ben kimim?” Sorusunu sorduğunu hissediyoruz. Kendini gerçekleştirebilecek hiçbir imkanı olmadığı gibi sevgiye sahip de değil. Bütün bu güç arayışının arkasında sevgiye muhtaçlık ve ilgi görme arzusunu da net bir şekilde görüyoruz.
Ayna metafor olarak kişiye kendi hakikatini gösterir. Lakin kırık ayna, kişiliğindeki kırılmaları, bozulmaları gösteriyor. Akabinde de “açgözlülük” köpeğinin ölümüne sebep oluyor…
Niyeti abisini al aşağı alıp kendi gücünü, varlığını kanıtlamak ve en nihayetinde bu emeline köpek yarışlarında ulaşıyor.
Octavia’nın hikayesinde Freud’un meşhur Oedipal kompleksini görmek mümkün. Öncelikle bunu aslında Susana’da görüyoruz. Susana ev işleriyle, bebeğiyle bir anne formunda karşımıza çıkıyor ve Octavia için abisi ise baba rolünde. Haliyle babayı devirip anneyi elde etmek isteyen kıskanç bir çocuk izliyoruz film boyunca.
Bu kıskançlığı Susana ile abisinin birlikte olduğunu anladığı anda, acil telefon yalanıyla Susana’yı baştan çıkarmaya çalıştığı sahnede daha net oluyoruz görüyoruz. Daha çarpıcı olan ise Susana, abisinin bebeğine yeniden hamile iken bile Octavia’nın o bebeğe de sahip çıkma arzusu ve abisini aradan çıkarak, hayatını alması şeklinde görüyoruz. Susana ise Octavia’yı sevmediği gibi aynı zamanda da kocası tarafından aldatılan ve alkolik bir anneye sahip, kayıp bir kişi olarak karşımıza çıkıyor.
Octavia en sonunda büyük bir hayal kırıklığıyla terk edilirken, köpeği de aynı şekilde vuruluyor.
Valeria ve Köpeği
İKinci hikayede Valeria’nın evli çocuklu bir adam olan Daniel ile yaşadığı yasak ilişkiyi görüyoruz. Inarritu bir anda bizi arka sokaklardan, lüks bir yaşamın içine çekiyor. Ama tokat gibi çarpan bir şekilde hayattaki dramın hiç de farklı olmadığını görüyoruz!
Köpeği de aynı Valeria gibi bakımlı ve tam olarak bir ev köpeği. Valeria’nın da kurmak istediği hayat Octavia’nın aşığı gibi başka hayatlar üzerinden. O denli ki, bir televizyon kanalına çıktığında aşığını tanıtamıyor ve sahte bir ilişki gösteriyor. En sonunda aşığı eşinden boşanıyor ve birlikte bir eve taşınıyorlar.
İlk hikaye oldukça net iken, ikinci hikaye genelde sıkıcı bulunmuş. Ben ise bayıldım! Çünkü Inarritu ikinci hikayede tüm metaforlarıyla bize bir öykü anlatıyor…. O yüzden filmin en geren sahneleri de burada.
Ev Jung’a göre kişinin benliğidir. Kendi hayatımız, yaşam alanımızdır.
Valeria, bir sürprizle aşığının ona hediye ettiği bir evde buluyor kendini. Evin hem duvarında hem de karşısında Valeria’nın model olması sebebiyle “bedeni” üzerinden yaptığı işin afişleri mevcut. İlk işaret eve taşındığı gün geliyor. Evin her haliyle mükemmele olduğunu görürken bir anda parkelerinden biri kırılıyor ve ev “kusurlu” hale geliyor. Inarritu bize burada olacak şeylerle ilgili göz kırpıyor…
Valeria’nın sevgilisi parası olmadığı için orayı yaptıramayacağını söylüyor. Bu da çok mantıklı gelmiyor, ilgisizliğe dair bir işaret olarak hissediyoruz.
Keza bir sonraki süreçte de Valeria’nın arabası, onu öldürmeye çalışan adamlardan kaçan Octavia ile çarpışıyor ve Valeria sakat kalıyor. İşte ev gibi mükemmel yaşamında ilk açılan yara…
Kusurlu olmak, mükemmel bir beden üzerine kurulu bir iş için büyük bir olay başlatıyor.
İkinci olarak da Valeria’nın kendisi gibi olan köpeği, köpekle oynarken o parkedeki deliğe giriyor ve orada sıkışıyor. İkinci göz kırpışta Valeria’nın bu seçtiği ama kendisine ait olmayan hayatta köpeği gibi sıkışıp kalacağını anlıyoruz. Köpek ilk sıkıştığında uzun sür köpeğin sesi gelmiyor. İlginç bir tesadüflükle sevgilisine ilk defa “Dokunma bana” diye kızıp, onu ittirdiği anda köpeğinin sesi geliyor.
Filmin ilerleyen sahnelerinde köpeğiyle aynı kaderi adım adım yaşıyor.İş bağlantıları kopuyor. Kendini çirkin hissediyor. Sadece bedeniyle var olduğunun idraki, onu gergin hale getiriyor. Sıkışmış hissediyor ve köpeğinin gece inlemeleri gibi, içsel bir acı sürecine giriyor.
Üçüncü göz kırpışta köpeğe bakmak için uzandığında içeride fareler olduğunu görerek korkuyor ve sonraki sahnelerde telefon çalıyor. Burası çok kritik bir detay çünkü aşığı evliyken, gizli gizli aradığında, telefonu aşığının eşi açarsa Valeria’nın kapattığını biliyoruz. Haliyle çalan telefonu Valeria açtığında telefon yüzüne kapanıyor ve Valeria aldatıldığını şüphesini işte fare sahnesiyle paralel yaşıyor. Yani o mükemmel evin içindeki fareler Valeria’nın yarattığı sahte dünyasının içinde onu kemiren fareleri, şüpheleri temsil ediyor. Köpeğinin fareler tarafından yendiğini hissederken aslında ruhunun yendiğini biliyor.
İlerleyen sahnelerde iyice işler sarpa sarıyor, sevgilisiyle araları açılıyor ve en sonunda Valeria’a kangren olarak bacağını tamamen kaybediyor. Ona paralel şekilde köpek de sevgilisi tarafından Valeria gibi yararlı, kirlenmiş olarak yerin altından çıkarılıyor. Ama aynı Valeria gibi evin de tam ortasında kocaman bir yarık görüyoruz.
El Chivo ve Köpekleri
El Chivo ile ilgili en ilginç yan ise çevresinde bir çok köpek olması. Valeria’nın süslü köpeğinin aynısından onda da var. Haliyle El Chivo’nun bir zamanlar zengin ve yüksek bir yaşamı olduğunu görüyoruz. Diğer köpekler de onun sefalet içindeki hayatını anlatıyor. El Chivo ise bir tür gerilla grubuna katılarak tüm hayatını geride bırakmış bir adam…
El Chivo’nun seri katil olduğunu öğrendiğimizde ve onun hayatına baktığımızda katilliğiyle artık bildiğimiz Octavia’nın köpeğine sahip çıkıyor. Octavia’nın dövüş için kullandığı ve artık ruhu yaralı köpeği, El Chivo’nun tüm köpeklerini öldürüyor… El Chivo’nun bir paralı katil olarak ruhundaki yarayı anlıyoruz.
Amor Es Perros: Aşk köpekliktir
Filmin adının ikinci anlamı ise bir hakaret içeren aşkın köpeklik olduğu. Burada daha çok sürünmek veya bağımlılık içeren bir anlam görüyoruz. Octavia’nın Susana’ya olan sevgisi yeni bir hayat kurmasını engelliyor. Aşk köpekliktir vurgusunu en net, son sahnede otobüse binmekten vazgeçtiği yerde görüyoruz.
Valeria’nın şüpheleri aşkına engel oluyor yine de sevgilisinden kopamıyor ve aslında özgür bir yaşam imkanı varken, sevgilisinin aldığı evde, onunla kendini kapatmayı tercih ediyor.
El Chivo ise çaresizce biricik kızına bağlı… O denli ki, hayatını kökten değiştirmek için, kızının gözüne girebilmek için para topluyor elbette illegal yollardan..
Amor Esperros: Aşk Umuttur
Filmin adının bir diğer anlamı ise bu. Inarritu şu soruyu soruyor adeta; onca acı içinde, derin yalnızlaşmalar, terk edilişler ve özellikle kayıplar söz konusuyken yine de neden yaşamaya devam ediyoruz ki? Cevap ise çok net; umut… 3 filmde de Inarritu umut ile bitiriyor. El Chivo yeni bir hayat kurup, kızına mesaj bırakıp, belki gözlerinin içine bakabileceği bir gün gelebileceği mesajını veriyor. Hatta iyice bakımlı olduğu halini aile fotoğrafına yapıştırarak, sevgisini, hayallerini, umudunu bizlere gösteriyor.
Octavia, otobüse binmekten vazgeçip, mahallesine dönerek belki yine de aşkı yaşamayı umut ediyor.
En duygusal umut sahnelerinden biri ise Valeria’nın bacağının kesildiği sahne… O sahneden hemen sonra eve dönen sevgilisi Daniel, yeniden köpeğin sesini işitiyor. Artık ölmüş olduğunu -çünkü yemek yemiyor, fareli bir yerde sıkışmış durumda- düşündüğümüz köpeği kurtarma operasyonuna girişiyor ve parkeleri sökerek köpeğe ulaşıyor. Bir mucize gibi köpeğin yaşadığını görüyoruz ve bir umut hissediyoruz. Bir sonraki sahnede bacağı kesilmiş Valeria ve sağlıklı köpeğinin salona girişini görüyoruz.
Eski afişin kaldırıldığını görüyoruz. Afişinin olduğu yere “kiralık” ilanı asılıyor. Bu da bize yaşadığı hayatın “gelip geçici” yani “kiralanmış” bir hayat olduğunu anlatıyor. O ilana bakarken iki sevgilinin birbirine sarıldığını görüyoruz. Artık hayatlarında yeni bir sayfa açıldığını, yeni bir hayatın o ilan metaforu ile başladığını anlıyoruz.
İnsan olmak Toplumsal Sınıfların Ötesindedir
Filmin en etkileyici yani 3 tane farklı sınıftan insan görüyoruz. Getto ve fakir bir yaşam, sokakta yaşayan bir adam ve yüksek sınıfta bir manken. Yine de acıları, kayıpları, aşklardaki ayrılıkları, yaşadıkları buhranlar çok benzer. Inarritu insan olmaya dair temel duygularda, aşkta, ayrılıkta, kayıpta, yaşam ve ölümde hiçbir toplumsal sınıfın kalmadığı, aslında nerde olursak olalım benzer yaşamları yaşadığımızı çok net ifade ediyor….
Ayşe Nilgün Arıt hocam “Nagual Sembolizmi” kitabında köpek sembolizmi ile ilgili filmin şu satırları söyler; “Başkalarına gösterdiği saygıyı kendisine duymakta zorlanan, başkalarına verdiği değeri kendisine vermeyen sadık ama mutsuz hayatlar yaşayacaktır. Bu Nagual kendinize de aynı sadakatle sahip çıkmanızı, kendinizin de en iyi dostu olmanızı hatırlatmak isteyecektir.”
Kendimizi her daim hatırlamak, yaslarımızı da kendi değerimizi de her daim sahiplenmemiz dileğimle…