Çiçek Arketipi ve Sembolizmi
“Zambakların nasıl büyüdüğüne bakın! Ne çalışırlar, ne de iplik eğirirler. Ama size şunu söyleyeyim, tüm görkemine rağmen Süleyman bile bunlardan biri gibi giyinmiş değildi!”
(Matta, 6:28-29)
Öylesine güzeldir çiçekler. Bundan dolayı çiçekler hepimizi etkilemiştir muhakkak. İnsanlık tarihi boyunca renkleri, dokuları, biçimleri ve kokularıyla insanlığın her daim dikkatini çekmiştir. Çiçek temel olarak neredeyse tüm duyuları uyarır…
Rengarenk olması, desenleri ile görmeyi; mis gibi kokusuyla, koklamayı; naif, sert veya yumuşak, dikenli ya da dikensiz olmasıyla, envai çeşit dokusuyla dokunmayı; ve bitki çayları olarak verdikleri aromatik tatlarla tatmayı… Ve çaylarından, aromalarından gelen şifayı, içlerindeki o derin ruhu hep insanlık takdir etmiş ve büyük bir saygıyla onurlandırmıştır.
Bütün bunlardan dolayı genel olarak “çiçek imgesi” yaratılışın muhteşemliğinin, yaratılışın çoşkusunu ve yaratımın derin güzelliğini sembolize etmiştir. Tanrısallığın yaratıma dair derin sevgisinin capcanlı bir kanıtı olmuştur.
Her çiçek temel olarak yaratılışın sevgisinin bir işareti olarak görülmüştür, lakin her birini ayrı ayrı derin sembolizmi vardır.
O yüzden bu yazıda sadece genel olarak “çiçek” ne anlama geliyor ona odaklanacağız.
Açtığı Döneme Göre Sembolizmi
Çiçeklerin açtığı döneme göre sembolizmi, dönemsel olarak bize hissettirdiğiyle alakalıdır. Örneğin “Bahar çiçekleri” doğanın uyanışı, yeni başlangıçları, umutu ve yaşam çoşkusunu temsil ederken, “Kış çiçekleri”, inzivayı, inzivadan elde edilecek derin bilgiyi, gizemlere ulaşmayı ve bilinmeyenin ifşasını, ölümün içindeki yeniden doğuşu veya ölümün güzelliğini temsil etmektedir. “Yaz Çiçekleri” sıcaklığı, şifayı, Güneş’in güçlerini, gücü, direnci, hayatta kalma içgüdüsünü anlatırken, “Sonbahar Çiçekleri” ise ilhamı, romantizmi, dinginliği ve içe dönüşleri temsil eder.
Eğer çiçek açıyorsa, bu genelde umutun yeşermesi, yeni başlangıçlar veya uyanışı temsil eder. Örneğin açan lotus bilincin uyanışı ve aydınlanma, açan gül, kalbin açılması ve sevginin ruhta uyanışıdır. Eğer çiçek soluyorsa, güzelliği yitip gidiyorsa, bu güzelliğin sonlandığı, bitişin ve ölümün geldiğini temsil eder. Bu soluş, artık görevini tamamladığını anlatır. Bazen bir ilişki, bir iş, bir oluşum vadesini tamamlar, biz istediğimiz kadar çabalayalım o solacaktır, aynı mevsimi geçmiş bir çiçeğin tüm çabaya rağmen solmasının çiçeğin kaderi olması gibi. Lakin o çiçeğin solması, toprağa karışması ve toprağın bereketlenmesiyle bir sonraki bahar yeni çiçekler o topraktan filizlenecektir. Herhangi bir şeye karşı aşk hiç bitmez, o aşkın acısı, neşesi, deneyimi, solduğunda, yüreğimizin toprağına karıştığında, toprağı besler ve o topraktan yeni bir şeye karşı yeni bir aşk filizlenecektir. Veya mevcut olanı güçlenecektir..
Çiçek hediye etmeyi, çiçek vermeyi veya çiçek toplamayı çok severiz. Bunun nedeni ise çiçeğin bunca çeşitlilikte, renkte ve kokuda olmasının duygularla olan bağıdır. Binlerce yıldır insanlık duygularını çiçeklerle temsil etmiş ve çiçekleri “duyguların dili” olarak simgeselleştirmiştir. O yüzden çiçeklerin ayrı bir dili vardır. Her karakterin, her kişinin, her duygunun bir çiçeği, bir çiçekte ifade bulduğu inancı yaygındır. Haliyle Japon çiçek süsleme sanatı İkebana bu dilin aktif kullanımına dair güzel bir örnektir. İlk başlarda daha çok Shinto inancı içerisinde bir mandala gibi içe dönüşe yardım etmesi ve kutsal altar için yapılırken sonrasında Japon kültüründe baskılanmış kadınların kendi duygularını ifade etmek için kullanmalarıyla şekillenmiş, son halini almış ve gelişmiş bir sanattır. Böylelikle ifade bulamayan tüm o duygular çiçekte zuhur etmektedir.
Bütün bunların yanı sıra çiçeklerin dinsel olarak hep önemi olmuştur. Doğum ritüellerinde çiçek banyoları ile yeni doğan bebeği karşılama, ölüm sırasında hem çiçek özleriyle ölüyü yağlama hem de mezara çiçekler ekme veya çiçeklerle uğurlama şeklinde çiçeklerin kullanımı yaygındır. Aynı şekilde bir çok eşik ritüelinde çiçekler aktif kullanılır. Ayrıca bir çok yerel inançta çiçekler Tanrıları onurlandırmak için en çok kullanılan adaklardan biri olmuştur. Shinto inancında tanrıları onurlandırmasının yanı sıra, çiçeklerin iyi ruhları cezbettiğine inanılır. Bu yüzden evde bulunan çiçeklerin iyi ruhları çekeceği düşünülür.
Mandala ve Çiçek
Carl Gustav Jung ise çiçeklerin mandalanın doğadaki yansıması olduğunu öne sürer. Jung için çiçekler, içsel bilgeliğe erişmeyi temsil eden birer mandaladır. Bazen yumuşak, bazen sert oluşları, karışık tasarımlara sahip, desenli oluşları, iç yapraklarla, içe doğru dönüşleri veya dışar doğru açılışları, bazen merkezden dışarı dağılmaları, bazen de dışardan merkeze toplanmalarıyla tipik mandala formundadırlar. Günebakan, gül, lotus, çarkıfelek gibi bir çok bitkinin çiçeğinde bu desenler çok nettir. Haliyle bir basit çekirdekten dışarı doğru yayılan makro kozmostaki mikro kozmos ve mikro kozmostaki makro komzosun varlığının mükemmel ifadesidir. Bir çiçeği uzun uzun incelemek, yaratılışın ihtişamını hissettirirken, çiçek üzerine meditasyon yaptığınızda bir anlığına bir çiçeği değil mükemmel bir evrenin varoluşunu izlerken kendinizi bulabilirsiniz. Çünkü aynı özü ve aynı bilgiyi içerir.
“Bir bitkinin kendi çiçeğini üretmesi gibi, ruh da kendi sembolünü yaratır. Her rüya bu sürecin bir kanıtıdır.” Der Carl Jung.
O yüzden tüm bu temel sembolizmin yanı sıra her çiçeğin ayrı bir simgeselliği, her çiçeğin ayrı “kültürel” kodlaması vardır. Ama en önemlisi, her birimizin her çiçek için ayrı bir içsel simgeselliği vardır. Kokusuyla, rengiyle her çiçek bizi bir anıya bağlar ve ruhumuzda tekabül ettiği bir simge vardır.
Eğer doğada bir çiçek bizi çekerse, mutlaka bir mesajı vardır. Gidelim izleyelim, desenlerinde sakladığı evrenin bilgisine kalbimizi açalım ve eğer o çiçek bize çok güzel gelirse koparmayalım. Bırakalım, o güzellik var olmaya devam etsin… Çünkü yaratılışın çoşkusu en güzel doğada, koparılmamış bir çiçekte zuhur eder.