Lambs of God: Masal ve Mit Severlere Bir Mini-Dizi Önerisi

4 bölümden oluşan  “Lambs of God” isimli mini dizi masal, mit severlerin çok hoşuna gidecektir. Dizinin İçinde masallar var, dişi gizemlere dair çok güzel mitik bir kurgusu var ve aynı zamanda hayata dair hikayelerle örülmüş. Mini dizideki kadınların her biri ise birer masal anlatıcısı. Senaryo zaten bir kitap uyarlaması ve çekimler harika.

Temel olarak konusu St. Agnes Rahibelerinin son temsilcilerinin olduğu bir adada geçiyor. Dizinin ismi de buradan geçiyor çünkü Azize Agnes’in kutsal hayvanı koyunlar. 3 rahibe var: genç kız, anne ve yaşlı kadın olmak üzere. Bu muhteşem üçlüden tahmin edileceği üzere Tanrıça gelenekleri aslında miras kalan. Ataerkil kilise ile bir zamanların Ana Tanrıça inancının çatışması da çok güzel verilmiş filmde. Aslında gelenekler pagan dönemlere uzanıyor….

Din ve para nasıl iç içe ve hayatın güzel renkleri ataerkil kilise tarafından nasıl baskılanmış izliyorsunuz. Adada elektrik yok, Ortaçağ gibi yaşıyorlar ve 300 yıldır miras kalmış bitki bilimi ve gelenekler söz konusu. Her akşam da birbirlerine masallar anlatıyorlar…

Ve bu adaya bu eski manastırı kontrol etmek için bir rahip geliyor. Ve olaylar başlıyor.

Anlatılan masallar ve hayat hikayeleri arasındaki bağlantı, ortam ve yer alan mistik ögeler diziyi hem gerçekçi hem büyüleyici bir hale getiriyor. 

https://www.imdb.com/title/tt8709928/  

Merak edenler için SPOILER içeren incelemesi şöyle:

Tanrıça Kültüne Uzanan Meryem Ana Kültü 

Filmin birden fazla konuyu ele aldığını görebiliyoruz. Bunlardan biri pagan dönemlere uzanan Tanrıça kültünün uzantısı olarak kapalı bir rahibe tarikatı. Bir yanda bitki bilimini, dizide de geçtiği gibi kök bayalardan elde edilen simyacılığı, renkleri, esnek bir inanç olarak rahibelerin koyun olarak yeniden doğduğu inancını içeren dişi bir kült sunuyor.

Bu dişi kültte Kader Tanrıçalarının yaşamı nasıl dokuduklarının dokuma gizemiyle incelendiğini, her birinin gizemli yetenekleri olduğunu görüyoruz. Ruhlarla konuşma, uzaktan görebilmek, yüksek sezgi veya şifa gibi… Yaşlı kadınınkini en sonunda net görüyoruz. Ve bütün bu dişi gizemleri taşıyan aslında katolik kilisesi için bir heretik kült varken öte yandan bu eski manastırı inancın olmadığı, yozlaşmayı temsil eden turistik bir otele dönüştürme hayali olan kilise var. Kİlise ve para ilişkisi harika ilişkilenmiş.

Rahip Ignatius ile işi biten kilisenin, onun kaybını örtbas etmesi ve kızkardeşinin araması da önemli bir detay.

Ada sembolik olarak bilincin ötesini bilinçdışının derinliklerini, benliğin keşfedilmemiş bölümlerini, öte alemi temsil eder.

O yüzden hem masallarda hem de tüm kültürlerde “büyülü” bir adadan bahsedilir. Avalon gibi.. Bu adalar bizim ruhumuzun derin taraflarıdır ve dişi gizemlerle ilişkilidir. Haliyle adada aslında dişi gizemlerin merkezi. Zaten dokuma ve herkesin kendi giysisini dokuması, dokumadaki hikayeler, herkesin kendi özünü keşfediş, içe dönüş ve toplumdan sıyrılarak özünü bulmasının sembolü olarak yer alıyor. Tanrıça, herkesi kendi yüreğinden geçirip, yeniden doğuruyor…

Elbette ada gündelik hayatın ötesi olduğu için orada zaman durmuş durumda… Zamansızlık söz konusu.

Ortaçağ inancında İsa’nın başındaki dikenler böğürtlen dikenlerinden olduğuna dair bir inanç yer alır ve meyvenin rengi o kandan gelmektedir diye düşünülür. Daha arkaik dönemlerde ise dişil bir meyvedir ve doğanın vahşi yüzüne işaret eder.. Kibrin lanetleyicisidir. Burada da böğürtlenlerin gazabına uğrayan iki adam da kibirli ve onlar için birer tuzak.

Filmin içerisinde kara kuzu ise bir diğer ilgi çekici olan taraf. Koyun ve kuzu saflığı, masumiyeti temsilen hem İsa’nın hem de Azize Agnes’in kutsal sembolleridir. Kara kuzu ise gelecek ölümü ve yeniden doğuşu temsil ediyor. Çünkü Kara kuzu olduğunu öğrendiğimiz Rahibe Cook aslında dişi gizemlere inisiye eden Uyuyan Güzel masalıyla anlatılan 13. Bilge kadın olarak anlatılıyor. Ölümü ve yaşamın sırrını aktaran kişi. Ve Rahibe Cook’un ölümüyle birlikte kara kuzu olarak doğduğunda aslında bu bir “omen” yani işaret oluyor. Ondan sonra bir yığın, acı, sınav, yüzleşme ve en nihayetinde her bir karakter için metaforik ya da gerçek bir “ölüm” ve yeniden doğum süreci söz konusu. Ölüme doğru gidişte en sert yüzleşme ise adada çıkan fırtınalı sahne. FIrtına çalkantıları, yüzleşmeleri temsil ettiğinden dolayı, orada sisler arasında artık en derin yüzleşmeye doğru gidiliyor ve kara kuzu ölüyor. Zaten o sahnede bir çok ölüm görülüyor.

Kilise ile Meryem Ana Kültünün çatışması

Filmde bir diğer verilen güçlü durum ise ataerkil kilise ile anaerkil pagan dönemin çatışması. Kadınlar Meryem Ana’ya dua ediyorlar ve İsa’nın adı sadece “rahmindeki kutsal meyve” olarak adlandırılıyor. Yani dualar aslında Meryem Ana’ya oluyor. Rahip geldiğinde ise direk kadınları ezip öne geçiyor ve İsa’ya dua ediyor. O duada ise Meryem Ana’ya yer yok…

Yaptıkları ayinde gerçekten kan içmeleri ise ironik ve çok keyifli bir detay olmuş. Aslında inancın pagan köklerine naif bir gönderme.

Filmde bir diğer çatışma Rahibin onları sürekli aşağılaması ve manastıra girdiğinde hizmet beklemesi. Rahibelerin ise rahatlığı onu rahatsız ediyor. Rahibeler sağaltım için kendi acılarını masallarla anlattıklarında ise “bu masal böyle değil” diyerek onların gerçekliğini bozuyor. Tam anlamıyla “kalıplar”, “şablonlar” ve “erkeğin üstünlüğü” olarak karşımıza çıkıyor karakter. Vaat ettiği şey ise elektrik, konforlu bir alan. Cep telefonuyla gelmesi de tesadüf değil elbette. Kadınlar ise bunları istemediklerini 300 yıllık bir geleneğin devam ettiricisi olduklarını söylüyorlar. Elbette rahip gelecek konfordan sonra koyunları kesmeyi teklif edince asıl çatışma çıkıyor. Çünkü onlar için doğadaki herşey kutsal ve rahibe kızkardeşleri koyunlar olarak yeniden doğuyor. Çarpıcı bir diğer sahne ise rahibin sebzelerin üzerine işediği sahne. Bitkiye ve doğaya olan saygısızlığı, manastırdaki saygının tam tersi. 

Kilise ise bu manastırı reddediyor. Var olmadığını böyle bir cemiyet olmadığını dile getiriyor. En nihayetinde Ignatius dişi gizemlerden geçip bir “kızkardeş” “rahibe” olduğunda manastırı kabul ediyor ve sistemi kırıyor. 

Kilisenin çıkarcılığı, arkadan iş çevirmesi, Rahip Ignatius’un babaya yani otoriteye olan bağlılığı ve umudu, kadın düşmanlığı ataerkil sistemin özeti niteliğinde. İnançta nasıl bir yozlaşma olduğunu görüyoruz. Keza filmde de çarpıcı bir şekilde çocuk tacizi vakalarının nasıl örtbas edildiğine dair bir vurgu da var. Sağlam bir kilise eleştirisi görüyoruz filmde.

Mitik İçerik

İkinci konusu ise Rahip Ignatius üzerinden anlatılan bir erkeğin işi gizemlere inisiye edilmesi. Ignatius ateş kelime kökenine bağlı ve aslında İsa, Horus, Mithra ile ilişkili Tanrıça’nın Güneş oğlu mitine bir gönderme görüyoruz. Sarı saçlarıyla ve seçilen karakterin kişiliğiyle özündeki arketipi ve aslında baskılandığı ve dejenere olduğu hali de anlataıyor.

Önce traşlanması, saçının kesilmesi, ardından böğürtlen çalılarında yara alması. Çırılçıplak soyulması ve bir kozaya sokulması. Bütün bu süre zarfında acıyla bir erginlenme yaşaması söz konusu.  Dişi gizemler ona masallarla, dokuma yapılırken Kader tanrıçalarının mitiyle veriliyor ve en büyük gizem ifşa ediliyor “hayat senin masalın ve hikayense, nasıl bitmesini istiyorsun….” Ve bütün ruhlar kader tanrıçalarının önüne gider ve niyetlerini söylerler, dünyada o deneyimi yaşamak için yaşamları dokunur diye açıklanıyor… En büyük gizem sunuluyor; “kendi hikayenin sonunu nasıl dokuyacaksın?”

Clotho, Lachesis ve Atropos Mireler olarak geçen Antik Yunan Kader Tanrıçaları ve isimlerinin birebir kullanılması da harika bir detay olmuş.

Rahibin saçının kesilmesi ile inisiyasyon başlıyor zaten. En nihayetinde anlıyoruz ki aslında dişi tarafı çok güçlü bir çocuk olduğunu -hatta rahip eşcinsel olup olmadığını soruyor. Bu da modern toplumdaki bir kafa karışıklığı ve ince bir eleştiri var, kalıplara sokma dürtümüze dair- ve hassas bir çocuk olarak dışlandığını ve kilisenin kızkardeşine düşman olmasını sağlayarak nasıl kadın düşmanı olduğunu görüyoruz. Zaten dizide de sizin türünüzden nefret ediyorum diye bağırırken aslında kendi dişil doğasını reddettirildiğini anlıyoruz.

“Her masalın karanlık bir tarafı vardır.”

Anlatılan masallardan birinde genç kız, kendisine kanamayı ve ölüm ile yaşam dengesini öğretinin “ancient crone” yani başlı bilge kadın uyuyan güzel masalındaki 13. Bilge cadı olduğunu söylüyor. O kız öldü ve kadın doğdu diyerek menstrüel döngüyle gelen dişiliği öğreniyor. Bütün bu süreç zarfında aslında yaralanmış dişi doğasıyla bir yüzleşme yaşıyor ve bir dişiye dönüşerek dişi gizemleri anlıyor. O yüzden “rahibe” olması gerekiyor. Bu mitik olarak yaygındır.

Kiliseden özgürleşip, dişi gizemlere inisiye olduğunda ise aslında sinestezi yeteneği olduğunu öğreniyoruz. Renkleri kilisede baskıladığın ve orada kendi giysisini dokuduktan sonra boyarken bu yeteceği yeniden açığa çıkıyor ve özüne dönüyor. Bununla birlikte aslında rahibe olan koyunları, diğer kızkardeşleri gibi rahibe olarak görebiliyor. Yüreği, Yüce Anne’ye dua ederken çarpıyor. Keza bundan sonra manastırı kabul ediyor.

En nihayetinde genç kız ile eş oluyor ve burada Güneş Tanrı mitini görüyoruz. Ki aynı mit İsa’da da söz konusu. Ve sonunda yaşlı bilge yani ölümün tanrıçasının kucağında güneşi temsilen bir ateşten çemberi içinde ölüyor ve onun rahminden yeniden doğarak tüm yaraları iyileşiyor. Aynı zamanda günahlarından arınıyor. Temsili olarak Isa’nın öldükten sonra dirilmesini filmde görüyoruz. Buradaki fark ise yaşlı bilge kadın imgesiyle aslında onu diriltenin Tanrıça olduğu iması var…

Masalsı ve Toplumsal Cinsiyet İçeren İçerik

Üçüncü konu ise aslında her karakterin hem kadınların hem de rahibin anlattığı masallarla kendi yaşam hikayeleri. Manastırın içinde mitik ve masalsı bir diyarda yaşarlarken manastır dışında yaşadıkları acılar var….

Rahibeler birer masal anlatıcısı ve bu da dişi gizemin bir parçası.

Tecavüze uğrayan rahibe ve aşığı öldürülmüş ve anne olduğunu öğrendiğimiz rahibe, dışlanmış ve kimsesizlik hisseden genç bir kız ve bir yandan da acılar içinde babasını arayan bir oğlan çocuğunun masalını dinliyoruz… Film radikal bir şekilde kendi masallarını yazdırıyor. Kırmızı başlıklı kız, Uyuyan Güzel, Çirkin ve Güzel ve çeşitli masallar harika işlenmiş. Son sahnelere doğru da Hansel ile Gratel’e gönderme yapar biçimde Yaşlı Kadının delirme ve onları bir ocağa kapama hikayesi var. Ama bu hikayenin sonu yaşlı kadının ocakta yanması değil, bir ateşten çemberde kutsal dualarla yanıp yeniden doğması ve Rahib’i yeniden doğurması söz konusu….

Dizide“sister” kelimesi üzerinden harika bir gönderme yapılmış. Ignatius kızkardeşini aramak istediğini söyleyince, Rahibe Carla özlemesinin çok doğal olduğunu söylüyor.

Kilisenin kadın düşmanlığı, Meryem Ana’yı saymaması ve hem bedenleri hem doğayı hem de ruhları sömürmesi çok güzel işlenmiş.

Azize Agnes’in Hikayesi

Öte yandan toplumsal cinsiyet açısından da hikayeler sunuyor. Özellikle Azize Agnes’in manastırı olması bunun öncülü. Azize Agnes, evlenmeyi reddederek Roma’nın ataerkil düzenine karşı gelmiş  12 yaşında bir genç.. Tanrı ile evlendiğini söyleyerek evliliği reddederek bekaret yemini ediyor. Ve en nihayetinde Roma’lı askerler tarafından geneleve tecavüze edilmesi için sürükleniyor. Hristiyan anlatılarına göre sokakta çırılçıplak sürüklenirken dua ediyor ve saçlarıyla tüm bedeni kaplanıyor ve çıplaklığı görülmüyor ve yine aynı anlatılara göre ona tecavüz etmeye çalışan erkekler kör oluyor ve tecavüz edilemiyor. 

Yakılarak öldürülmek için kazığa bağlandığında, ateşler yanmıyor ve bir mucize ile sağ kalıyor. En nihayetinde kafasının kesilmesi emri veriliyor ve AMBROSİUS (339-397)’un aktardığına göre ölmeden önce şöyle diyor;

“Hoşuma gidecek birini beklemek eşime hakaret etmek olur. Beni ilk seçen beni ilk alacak olandır. Niye uzatıyorsun, cellat! Başkalarının hoşuna gidecek bu vücut yok olsun daha iyi.” 

Cellat elleri titreyerek ve yüreğinde bir korku ile bu cesur kadının kellesini alıyor. O yüzden masumiyetin sembolü olarak kuzu ile her daim resmedilmiştir. Burada da Yaşlı Rahibe Margaret’in babasının bir adama satması ve tecavüze uğraması, Rahibe Carla’nın kimsesizliği, Rahibe Iphigenia’nın annesi tarafından zulme uğrayarak aşığının öldürülmesi onların bu Azize’nin kanatları altına gelmelerinin sebepleri. Bir şekilde genç kızken yaşadıkları acılar onların şifa için tek yürekte buluşmalarına vesile olmuş. 

En nihayetinde hepsi bir geçiş yaşıyor. Yaşlı Rahibe Margaret yüzleşiyor ve canını acıtan adamı yakarak özgürleşiyor böylece yaşlı bilge kadın oluyor. Rahibe Iphigenia annesine karşı geliyor ve kendi değerlerine tutunurken, yüzleşme yaşıyor ve Yüce Anne oluyor, ki bundan sonra onu yoğun olarak “anne” formunda görüyoruz. Rahibe Carla ise gerçek aşkı bularak, sırları öğrenerek, olgunlaşarak kadınlığa geçiş yapıyor ve Tanrıça’nın genç kız arketipine bürünüyor. Böylelikle dişi gizemlerin üç ayağı da acıların şifasıyla gerçekleşiyor.

Gizem ve Dram

Gizem romanları yazan ve bir feminist olan Marele Day’in aynı isimli romanından uyarlanmış bu mini dizi, insanı kendi doğasında derin bir yolculuğa çıkarıyor. Mitler, masallar, toplumsal cinsiyet, acılar, mistisizm ve dayanışma muazzam bir kurguyla örülmüş… 

Henüz Yorum Yapılmamış

Cevap Yaz

E-Posta adresiniz paylaşılmayacak.