Dillerin Çeşitliliğine Dair Mitler
Babil Kulesi ve Diğer Mitler
Anadil ve dillerin zenginliği hem oldukça hoş hem de çok ilginç bir konudur. Örneğin Türkiye’de 39 Anadil konuşuluyormuş bugün haberlerde öğrendim, Dünya’da ise yaklaşık 7000 dil var. Bazı bölgelerde beşyüzü aşkın dil var olabiliyor.
Dillerin çeşitliliği ve bunla ilgili mitler (yaratılış mitlerinden sonra) en çok merak ettiğim mitler arasında yer alır ve çok da ilginç gelir.
Bu kadar çok dilin neden var olduğu, neden konuştuğumuzdan bambaşka bir soru aslında. Bunun temel sebebinin kıtalar ve coğrafyalar arasındaki farklılıklar olduğu düşünülüyor. Örneğin evrimsel açıdan linguistik incelediğinde ormanların sıklığında sesin duyulacağı şekilde bir tonlama ve harf kullanımından, vadilere ve dağlık yerlere kadar değişiyor. Yani biyolojik açıdan kuşların coğrafyalarda en uygun titreşim ve sesi iletişim için çıkarmalarına benzetiliyor.
Haliyle neden bir çok dil vardır sorusuna cevap veren mitler de bu bulgu ile paralel. Bu mitlerin ortak teması genelde bir hata, aniden beliren bir durum, bir ceza veya bir yanlış harekettir. Ama en temel sebebi ise insanların dört bir yana dağılmasıdır yani hep bir dağılma, farklı coğrafyalara gitme vardır.
Ortak dili konuşmak mitlere göre çok kırılgan ve naiftir.
Örneğin Assam’da (Bhutan, Bangladeş arasında bir bölgede) sıçan avlarken gerçekleşen bir karmaşa yanlış dil konuşmaya sebebiyet vermiştir. Bu hikayeye göre bir şefin üç tane büyük oğlu vardır ve birlikte evde oynamaktadırlar. Babaları bir sıçan yakalanamlarını söyler ve bu kardeşler yakalamakla uğraşırken bir anda dillerindeki bir karmaşa ile karşılaşırlar ve farklı dil konuşmaya başlarlar. Böylece üç farklı dil oluşur ve farklı kabilileri oluşturacak şekilde evden ayrılırlar.
Benzer şekilde bir Aztek mitinde bir anda birbirlerini anlayamayacak şekilde farklı dil konuşan kardeşlerin nasıl ayrılıp kabileler kurduğu vardır
Birbiriyle aynı coğrafya bile olsa arada mesafe bulunan kabillerde hemen dil farklılaşmaktadır. Bu ani ve köklü değişikliğin eskiler farkındaydı.
En klasik mit Babil Kulesi ve dildir. Eski Ahit’te Genesis (Yaratılış’ta) kitabında insanın kibri ve birlikte yarattığı gücün fazlalığı sebebiyle insanın dört bir yana dağılıp farklı dil konuşmasına Tanrı karar vermiştir.
Tevrat – Genesis (11:1-9)
- Başlangıçta dünyadaki bütün insanlar aynı dili konuşur, aynı sözleri kullanırlardı.
- Doğuya göçerlerken Şinar bölgesinde bir ova buldular ve oraya yerleştiler.
- Birbirlerine, ‘Gelin tuğla yapıp iyice pişirelim.’ dediler. Taş yerine tuğla, harç yerine zift kullandılar.
- Sonra, ‘Kendimize bir kent kuralım.’ dediler, ‘Göklere erişecek bir kule dikip ün salalım. Böylece yeryüzüne dağılmayız.’
- Tanrı, insanların yaptığı kenti ve kuleyi görmek için aşağıya indi
- ve şöyle dedi: ‘Tek bir halk olup aynı dili konuşarak bunu yapmaya başladıklarına göre düşündüklerini gerçekleştirecek, hiçbir engel tanımayacaklar.
- Gelin, aşağı inip dillerini karıştıralım ki birbirlerini anlamasınlar.’
- Böylece Tanrı, onları yeryüzüne dağıtarak kentin yapımını durdurdu.
- Bu nedenle kente Babil adı verildi; çünkü Tanrı, bütün insanların dilini orada karıştırdı ve onları yeryüzünün dört bucağına dağıttı.
Tuğla ve zift daha dayanıksız ve hassas malzemelerdir. Burada olgunlaşmamışlık vardır ve Tevrat’ın daha kabalistik yorumu Adam Kadmon yani İnsani Kamil olamamış insanın tanrısallığa ulaşmama durumunu temsil eder. Babil kulesinin her bir katmanı bilincin bir aşamasını temsil eder ve aslında Etz Hayım yani yaşam ağacı ile eşdeğerdir. Kişi yaşam ağacının sefiralarını yani kürelerini (Sephirot adı verilen 10 küreden oluşur), tek tek yükselmelidir ve sezgileriyle, kalbi en önemli rehber olmalıdır. Eğer kişi kibir ile, yani sağlam olmayan niyet ile tuğla ve zift ile ilerlemek isterse, kendi içsel tanrısallığı onun gelişimini engelleyecek, onun kulesini yıkacaktır. Zift burada inançsızlık, harç inanç, tuğla kibirin sahip olduğu -sonradan yapılan- insani akıl, taş doğaya ait olan sağlam olan ilahi akıl ya da sezgileri temsil eder. Babil, karmaşa anlamına gelmektedir İbranicede.
Burada Babil kulesinin inşası bir yıkım içeriyor ve insan tanrının bilgisine erişmeye daha muktedir değildir. Haliyle daha toplumsal yorumu diller çıkmıştır çünkü insanlık içsel bilgeliğini yeniden keşfetmelidir.
Babil Kulesinin bir başka versiyonu olan bir Hindu mitinde çok uzun bir ağacın hikayesi anlatılır. Bu uzun ağaç hızla büyümeye başlamış ve Dünya’nın merkezine doğru uzanmış. “Dünya Ağacı” ya da “Bilgi Ağacı” denmiş o ağaca ve o kadar hızla büyümeye devam etmiş ki dalları neredeyse cennetlere, tanrısal aleme uzanacakmış. Ve ağaç bir karar vermiş, eğer böyle, bu hazla büyümeye devam ederse, dalları, zirvesi cennete varabilirmiş ve tanrıların mekanına uzanabilirmiş. Gövdesi ve dallarının bir kısmı dünyada olur böylece bütün insanlık onun altında toplanabilir ve insanlar arasında birlik, beraberlik olabilirmiş. Tanrı Brahma ağacın niyetlerini anlamış taşıdığı gururu farketmiş ve ceza olarak ağacın tüm dallarını kesmiş. Ve o dalları yeryüzünün her yerine dağıtmış. Her dalın düştüğü yerde bir Wata ağacı büyümeye başlamış ve onunla birlikte yeni bir dil ve kültür insanlık için belirmiş…
Aslıda bu mitte de aynı Babil gibi bir gurur var ve bunun dışında aslında insanlığın tek bir dil içnde olmaması Yüce bir Tanrı’nın isteği gibi gözükmektedir. Yaşam ağacı temsil eden bir diğer simgeyi aborjin mitinde “yaşlı bir kadın” olarak görmekteyiz.
Güney Avustralya da aborjinlerin bu efsanesine göre bir zamanlar insanlık yine tek dil konuşurmuş. O zamanlar Wurruri isminde çok çirkin yaşlı bir kadın yaşarmış ve yürümesine yardım baston görevi gören bir asa çevrede yürümekten çok hoşlanırmış ve insanlar uyurken, asasını kullanarak ateşleri kullanılmaz hale getirmekten çok keyif alırmış.Bir gün ölmüş ve ölüm haberi tüm kıtaya yayılmış. Onun tarafından hayatı boyunca rahatsız edilmiş ve bu yüzden bu haberi duyunca haz alacak kişilere kadar varmış. Onun bedenini her biri görmeye gelmişler ve bir grup onun cesedinden etlerini yemeye başlamışlar. Bir anda belirli başka bir dil konuşmaya başlamış o eti yiyenler ve belirli bir yöne doğru yönlenmeye başlamışlar. Bir başka grup gemiş görmeye ve kadının bağırsaklarını yemişler ve bir anda onlar da farklı bir dil konuşmaya başlayıp başka bir yöne gitmeye başlamışlar. Ve son grup geldiğinde onlar da bir parça yemiş ve onlar da bşaka bir dil konuşup üçüncü bir yöne doğru yönelmişler. Böylelikle farklı vücut parçalarını yiyen üç grup farklı dil konuşmaya başlamış ve bu diller çoğalarak değişmiş.
Yaşam ağacı dişil bir anne simgesi olarak burada farklı formda karşımıza çıkmaktadır.
Aslında her yeri gezip her şeyi birleştirenin insanlara iyilik getirmediği gözükmektedir.
Yunan mitlerine göre ise farklı dil konuşulmasının sebebi muzipliği seven Hermes. Aslında Zeus insanlığı tek bir dilde yaratmış ama Hermes bunun uygun olmadığını düşünüp karmaşa tohumlarına atarak farklı dilleri meydana getirmiş.
Aslında tüm mitlerde ortak gördüğümüz şey, kibir veya gurur olmasa dahi tanrısal bir isteğin adeta bir kader gibi farklı dilleri yarattığı. Tüm mitlerin ortak anlatısında farklı dil konuşmanın neredeyse kaçınılmaz olduğu bilgisi var.
İnsan meraklı, yaratıcı ve keşfetmeyi seven bir canlı. Tek bir kıtada, bir coğrafyada, bir bölgede, bir nehrin, bir ağacın kıyısında hiç bölünmeden yaşasaydı belki aynı dili konuşma ihtimalimiz varılabilirdi lakin bu düşünülemez bile… Bu merak, bu dağılış dilleri ve kültüleri elbet yaratıyor.
Bütün diller çok güzel ve herkesin kendi dilinde konuşması, kendi kültürünü, mirasını, geleneğini aktarması çok değerli. İnsanlığın dilleri, her kuşun farklı şakıması gibi, her birini dinlemek ayrı keyifli Elbette doğada her şeyin çeşitli olması gibi diller de çeşitlenecek ve doğanın binlerce güzel çiçeği gibi güzel tınılar, efsunlar, şiirler, şarkılar çıkaracak. İyi ki tüm diller var. Hepimiz biliyoruz ki tüm dillerin güzelliğinin ötesinde bir de hepimizin birbirimizle iletişim kurmasını sağlayan, ırkları, dilleri aşan bir de yürekten iletişimin kadim dili var… Hiç dilini bilmediğiniz bir memlekette bir tebessüm ile veya hiç bilmediğiniz bir dilde bir şarkı dinlerken yüreğinizde beliren o hissin dili. Bu gün bence o dili de anmak gerek.